20 Ekim 2019 Pazar

IRAK BITIK “IRAKTAKİ BİLGİLER KİTABI”



 "18 Temmuz 2016’da 97 yaşında uçmağa varan, Erken Türk Tarihi Araş-tırmacısı Kazım MİRŞAN’ın aziz hatırasına armağan"
 edilen bu kitabı 
Türk tarihine ışık salmış, önemli bir tarihi dilbilimci ve değerli tarihçi Kazım MİRŞAN'a  olan saygı göstergesi olarak burada yer verdik.

"Genlerimin Dogum ve Durak Yerleri yönetimi"


https://www.docdroid.net/GEYfvYX/irak-bitik-icler-220218-rev-3.pdf#page=5


Ay Kültünün Dini-Mitolojik Sisteminde Türk Boy Adları Etimolojisi isimli kitabının 119. ve 134.Numaralı sayfalarında “Ok’’ ve “On’’ söz-cüklerini göstererek Türklerin kendilerini bu kelimeler ile adlandırdığını etimolojik olarak ispat etmiştir.
 Iraq Bitig’de de sıkça geçen Ok ve On milleti Fuzuli Bayat’ın etimolojik delillerle gösterdiği Türk milletinin tarihi süreç içerisinde kullandığı isimlerinden biridir.

https://www.docdroid.net/GEYfvYX/irak-bitik-icler-220218-rev-3.pdf#page=5

 Iraq Bitig’in okumaları yapılırken Kazım Mirşan’ın okumalarında kullandığı al-fabe dikkate alınmıştır. IRAQ BİTİG, Kazım MİRŞAN’ın 97 yıllık yaşamı boyunca yapmış olduğu onlarca çalışmadan sadece bir tanesidir. Bu kıymetli eseri Türk Milletine daha anlaşılır hale getirme düşüncesiyle tekrardan ele alınmıştır.
TasarımErcüment KARTAL
erc.kartal@gmail.com
Baskı
Özsan Matbaacılık Bursa / 2018
Yazar
Mustafa Turgay TÜFEKÇİOĞLU
Çevirmen
Özden İlteriş BULCA
ISBN 978-975-96705-2-8
İÇİNDEKİLERÖNSÖZ
ÖNSÖZ
1840 yılında İçki Türkistan’da Tun-Huang şehri yakınında Bin Buda mağarasında bulunan Türkçe el yazmaları Dr. Aurel Stein tarafından deve kervanları ile İngilte-re’ye götürülmüştür. Bu yazmalardan biri olan Iraq Bitig önce Wilhem Thomsen tarafından “Fal Kitabı” olarak okunmuştur. W. Thomsen 25 Kasım 1893 de Orhun Yazıtlarının Türkçe olduğunu dünyaya ilan eden dil bilimcidir. W. Thomsen Irk kelimesinin Türklere Arapça’dan geçme bir kelime olduğu düşüncesi ile bu kelimeyi “Fal Kitabı” olarak okumuştur.
An-cak şu da bir gerçektir ki; W. Thomsen’ Türkçeyi 30 yaşından sonra öğrenmiştir.
Arapçada, Kur’an-ı Kerim öncesinde yazılmış olan herhangi bir yazılı kitap yoktur. Yani Araplarda yazılı dil Kur’an-ı Kerim ile gelişmeye başlamıştır. Erken Türkler ise tarihin başından beri yazmaktadır. İ
slam sonrası 704’deki Kutaybe Bin Müslim’in Türkistan işgali ile Arapça bu coğrafyaya girmiştir. Dolayısı ile dil bilgisi ve içeriği ile İslam öncesi döneme ait olan ve kadim Uygur Türkçesi ile yazılmış olan “IRAQ BİTİG” isimli eserin içine Arapça kelimelerin girdiği düşüncesini dile getirmek yanlıştır.
Zaten metinlerdeki kelimelerin hiçbiri Arapça kökenli değildir.
 Eğer Irk kelimesi yani kitabın adı Arapçadan alınmış olsaydı kitabın içerisinde yer alan birçok kelimenin de Arapça kökenli olması gerekirdi.
Diğer önemli bir husus ise kitabın içeriğinde fal olarak yorumlanacak bir konunun olmamasıdır. Kitap adı olan “IRAKTAKİ BİLGİLER KİTABI” geçmişte yaşa-yanların öğütlerini, bilgilerini, tarih ve coğrafya bilgilerini içermektedir.
Ben 2007 yılında İngiltere’de müzede yer alan kitabın aslının fotokopilerini, Ta-lat Tekin ve Wilhem Thomsen’in “Fal Kitabı” olarak çevirisini yaptığı ve basılı hale getirdiği Irk Bitig isimli kitapları Kazım Mirşan’a ulaştırdım. Çünkü kitabın çok az yazıldığı o devirlerde Türklerin “Fal Kitabı” yazmaları anlaşılır bir durum değildi.
Kazım Mirşan Uygur el yazmalarını Türkçe olarak okudu ve kitabın “IRAKTAKİ Bİ   LGİLER KİTABI” olduğunu ortaya koydu.
 At-Oy Ögüntün Eminis adında 2007 de bastırdığımız kitabın içinde “Iraq Bitig” olarak yayınlandı.
Bugün de Talat Tekin’in çevirisini yaptığı Irk Bitig “Fal Kitabı” adı altında Tür-kiye’deki üniversitelerimizin hemen hemen tamamında okutulmaktadır.
 Bu ki-taptaki okumaların yanlış olduğunu belirterek, Kazım Mirşan’ın kitabını konu ile ilgili üç yüz kadar akademisyene bizzat yolladım. Son 10 yıldır da her isteyene kitabı yollamaya devam ediyorum. Ancak herhangi bir dönüş yapılmadı. Düşün-dük ki olumlu veya olumsuz bir şekilde cevap veren yani eleştiren olur. Ancak hiçbir geri dönüş olmadı.
Üniversitelerimizde Türkoloji bölümlerinde okuyan talebelerimize içinde “öğütler, tarih, coğrafya, devlet yönetimi, din, ahlak ve etnografya” gibi birçok konu ele alın-mışken kitabın üniversitelerimizde fal kitabı olarak okutulması kabul edilemezdi.
Kazım Mirşan 18 Temmuz 2016’da 97 yaşında uçmağa vardı. Onun çalışmala-rına verdiğim desteği hayatımın sonuna kadar da devam ettirme kararlılığı içe-risindeyim.  Bu düşünceyle genç Türkolog Özden İlteriş Bulca ile bu çalışmayı ortaya koyduk.Kazım Mirşan 2007’de yayınladığımız kitabında “İTİ  N” kelimesinin anlamını “İmpuls’’ olarak, “OQ” kelimesini de “Quantum’’ olarak vermiştir. Aşağıda ken-di el yazısı ile bu gibi kelimeleri ne anlamda kullandığını sizlere aktarmaktayım. Düşündük ki bu gibi kelimeler metnin anlamını zor anlaşılır hale getirmektedir. Bu düşünce ile bu çalışmayı  yaptık
Okumaların temelini Kazım Mirşan’ın Uygur el yazması alfabesi oluşturmaktadır. Önce bu alfabe irdelenmelidir.
Metinde her harf tek tek okunarak verilmiştir.Kültürel temellerimizden olan Uygur el yazması IRAK BİTİG önemli ve kıymetli bir eserimizdir.
 Erken Türk Tarihi açısından kıymet teşkil eden bu esere gerekli önem verilmelidir.
Başta genç akademisyenlerimizin ilgisi ile Kazım Mirşan’ın çalışmalarının değerlendirileceğini umut etmekteyim. 
Turgay TÜFEKÇİOĞLU

GİRİŞ
Iraq Bitig, Dr. M. Aurel Stein tarafından İç Türkistan’ın Tun-Huang Kenti Bin Buda Mağaraları’ndaki bir el yazmaları kütüphanesinde 1840 yılında bulunmuş-tur.
 Bu eser eski Uygur Türkçesi ile kâğıt üzerine Türk tamgaları ile yazılmış olan en eski Türk el yazmasıdır.
Kitabın boyu 13.6 cm, eni ise 8 cm’dir.
Kitabın sayfaları için kullanılan kâğıtlar sarı renkli, sağlam ve kalın, iyi bir cins Türk kâğıdı üzerine yazılmıştır.
Eserin yazımında fırça ve çok iyi bir cins kara mürekkep kullanılmıştır.
 Ayrıca yapraklar dikiş kullanılmadan tutkal ile yapıştırılmış bulunmaktadır.
 Kitap yapraklarının şimdiye kadar kopmamış olması da tutkalın ne kadar kaliteli olduğunu göstermektedir.
 Kitaba sayfa numarası verilmemiştir. Sayfa numarası yerine paragraf başlangı-cındaki satır üstüne noktalar (küçük daireler) koyularak, paragraflar belirtilmiştir.
Iraq Bitig’de toplam 17 sayfa Qıtanca yazı yer almaktadır. Geriye kalan metin-ler ise Türkçe’dir.
Yani Türkçe metin 104 küçük sayfadan oluşmaktadır.
Kitapta dikkat çeken bir diğer husus ise Türkçe metnin son üç sayfası ile 1. Ve 101. Sayfaların kenarında bulunan Çince yazılardır.
Yazmanın ilk dokuz sayfası ile son üç sayfasının aslında boş olduğu, daha sonradan Çince yazılar ile doldurulduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca Çince yazıların eserin kime ait olduğu ve hangi dönemde yazıldığını belirten kısımlara eklenmesi ise tesadüfi değildir.
Yazma halindeki eser günümüzde Londra’da İngiliz Müzesinin (British Museum) doğu yazmaları bölümünde 8212 numarada saklanmaktadır.
Iraq Bitig’in Kelime Anlamı
Türk tamgalarının ve yazı sisteminin en büyük özelliği ise başta ve ortada ün-lüler kullanılmamasıdır.  Örneğin
 iki ünsüz yan yana ise ikisinin de adları okunur. Bir ünsüz ile bir ünlü yan yana ise hece oluşur. Bu özellikleri göz önünde bulun-durduğumuzda “Irk Bitig” şeklinde yapılan okumaların tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bizce, kitabın ismi Iraq Bitig şeklinde okunmalıdır.
Kadim Türkçe bir sözcük olan Iraq; uzak mesafe ve geçmiş gibi anlamları ifade eder. Iraq sözcüğüne Bitig kelimesinin eklenmesi ile “Iraq Bitig” yani “IRAKTAKİ BİLGİLER KİTABI” anlamına gelmektedir.
Uzaktakiler kelimesi ile kastedilen anlam ise uzak yerlere göç etmiş olan akrabalarımız, atalarımız veya uzak geçmişteki olaylardır. Eser uzaklara giden ataların öğütlerine, bilgilerine ve tecrübelerine şiirsel bir dille değinmektedir.
Iraq Bitig’in İçeriği
Iraq Bitig’de birçok konu ele alınmaktadır. Bunların başında tarih, coğraf-ya, devlet yönetimi, din, ahlak ve etnografya gelmektedir.
Bu kitap öğretici ve öğütleyici bir biçimde yazılmıştır. Paragrafların sonunda yer alan “buna göre biliniz kötüdür veya buna göre biliniz iyidir” şeklindeki ifadeler yaşantımızda karşımıza çıkabilecek olayların bize nasıl etki edeceğini anlatır. Karşılaştığımız  veya  karşılaşılması  mümkün  olan  olayların  yaşantımıza  yansımasının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlatmaktadır.
 Bu kitabı önemli kılan diğer bir husus ise eserin “Erken Çağ Türk Tarihi” hakkında bilgiler vermesidir. Kitabın bölümleri arasında savaşlardan, göçlerden ve sürek avlarından bahsedilmektedir. Iraq Bitig okunurken bu hususlar dikkate alınmalıdır.
Iraq Bitig’de Din
 Birçok Türkolog Iraq Bitig’in Maniheist çevrede yazıldığını öne sürmektedir. Ancak eserde ne Maniheizm ne de başka bir din ile ilgili herhangi bir kesin bilgi yoktur. Lakin canın Tanrıya uçması, insanın günahlarından arınıp Tanrıya ozma-sı ve ölünün ateşe atılması gibi birçok delil buradaki inanışın Gök Tanrı inancı olduğunu göstermektedir.
Ünlü Türkolog A.V. Gabain, metinde Maniheizm’e ait hiçbir izin bulunmadığını tespit etmiştir. Ayrıca birçok Türkolog Iraq Bitig’in bir destan olduğunu veya bir destanın kopmuş parçaları olduğunu iddia etmektedir. Ölüyü Ateşe Verme Hadisesi Erken Türkler Gök Tanrı inancını benimsemiş ve yaşatmıştır. Bu inanca mensup olan halk ve Gök Tanrı inancının temsilcisi olup dini törenleri yöneten Ulu Kam, diğer adı ile Şaman ateşin temizleyici ve arındırıcı özellikte olduğuna inanırdı. Gök Tanrı inanışında kötü ruhları kovmak için; ölen kişinin otağı önünde ateş yakılır, ölen kişinin bedeni etrafında ateş yakılarak kötü ruhlardan arındırılması sağlanırdı. Bu saydığım ritüellerin dışında Türkler, ölüyü ateşe vererek günahlarından ve kötü ruhlardan arındırarak aklının, canının Tanrı’ya kavuşacağına inanırlardı.
Pazırık kazılarında görüldüğü üzere; Kadim Türk halklarından birisi olan İskitler’de hem ölüyü yakma hem de gömme geleneği bir arada görülmektedir. İskitlerdeki ölüyü yakma ve gömme geleneğine dair kayıtlar Heredot tarafından da desteklenmektedir.
Bu iki geleneğin Türklerdeki varlığını Çinliler şu şekilde anlat-maktadır: “Bir zamanlar ölülerini yakma alışkanlığında olan Türkler, onları şimdi toprağa gömüyor ve onlara mezar anıt dikiyorlar.” Sizlere yukarıda vermiş olduğumuz bilgileri
Abdülkadir İnan’ın Tarihte ve Bugün Şamanizm,
Prof. Dr. Ahmet Taşağıl’ın Kök Tengri’nin Çocukları,
 Yusuf Ziya Yörükan’ın Müslümanlıktan Evvel Türk Dinleri Şamanizm,
Timur B. Davletov’un Şaman
isimli eseri ve
Ka-zım Mirşan’ın kaleme almış olduğu eserleri kaynak alarak vermekteyiz. 
Iraq Bitig’in Yazı Dili Hakkında Bin Buda Mağaralarında birçok el yazması eser bulunmuştur. Bu eserlerin yazılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Iraq Bitig’de yazılış tarihi, yüzyılı bilinmeyen sadece tahminler yürütülebilen eserlerden sadece bir tanesidir. Birçok araştırmacı bu eserin 9’uncu yüzyıldan kalma olduğunu söylemektedir. Ancak kullanılan tamgalar, ses özellikleri ve yazılan metnin üslubu dikkate alındığında 9’uncu yüzyıldan çok daha önce yazıldığını söyleyebiliriz. Konuyu netleştirecek olursak Iraq Bitig’deki bazı tamgalar Orhun Yazıtlarındaki tamgalardan çok farklı bir şekilde seslendirilmiştir. Buna örnek olarak “ök” ve “ş” tamgalarını verebiliriz. Eğer eseri Orhun Türkçesine göre okumaya çalışırsak metin anlaşılmaz bir hale gelir ve çeviri başarısızlıkla sonuçlanır.
Yine örnek verecek olursak kitabın ilk sayfasında geçmekte olan “Tengri” kelimesi Orhun Türkçesine göre okunursa “Tengşi” gibi bir sözcük ortaya çıkmaktadır. Bu da hatalı okumaya neden olmaktadır.9’uncu yüzyıl İslam inancının Türkistan’da yerleştiği ve her türlü kültürel olaya etkili olduğu bir dönemdir. Iraq Bitig kitabının hiçbir yerinde İslam inancına ait hiçbir belirti olmaması bu kitabın İslam öncesi dönemde yazıldığının bir başka göstergesidir.
 Yaşadıkları çağda zengin bir edebiyat ve üslup meydana getirmiş olan Uygurlar birçok alanda eser yazmıştır.
Bu eserlere
Kalyanamkara
Papamkara,
Altun Yaruk,
Sekiz Yükmek
ve
Maitrsimit
gibi eserleri örnek verebiliriz.
Bahsi geçen eserlerin dili oluşum evresini tamamlamış, dil ve üslup bakımından olgun bir biçime ulaş-mıştır. Fakat Iraq Bitig’de bu durum görülmemektedir. Kelimelerin dizilişi, üslup ve anlatım biçimi incelendiğinde Iraq Bitig’de ki dilin gelişmemiş ve olgunlaşma evresini tamamlayamamış bir dil olduğunu görmekteyiz. Bu durum bize Iraq Bitig’in Uygurlar döneminden daha önce yazıldığını göstermektedir. Ayrıca eserin Uygur alfabesi ile değil de Kök Türk tamgaları ile yazılması da bu eserin Uygurlar döneminden bağımsız olarak yazıldığını göstermektedir. Ayrıca çok önemli bir noktaya da dikkat çekmek istiyorum: Kadim Türk tamgaları ve temiz  bir Türkçe ile yazılan bu kitapta “Türk” adının geçmemesi çok ilginçtir. Tartışılması ve araştırılması gereken en önemli hususlardan birisidir.
Türk adının kullanılmamasını değerlendirecek olursak karşımıza iki seçenek çıkmaktadır.
Birincisi, kitabı yazan kişi ve mensubu olduğu millet birçok Türk boylarından meydana gelen bir federasyon veya imparatorlukta yaşamaktaydı.
İkincisi ise, Türkler önceki çağlarda kendilerini farklı bir isimle adlandırmaktaydı.
Bu durumu
Prof. Dr. Fuzuli Bayat, Ay Kültünün Dini-Mitolojik Sisteminde Türk Boy Adları Etimolojisi isimli kitabı
nın 119. ve 134.Numaralı sayfalarında “Ok’’ ve “On’’ sözcüklerini göstererek Türklerin kendilerini bu kelimeler ile adlandırdığını etimolojik olarak ispat etmiştir. Iraq Bitig’de de sıkça geçen Ok ve On milleti Fuzuli Bayat’ın etimolojik delillerle gösterdiği Türk milletinin tarihi süreç içerisinde kullandığı isimlerinden biridir.
Kazım MİRŞAN da kitaplarında Erken Türklerin kendilerine TÜRK demeden önce OK ve ON olarak adlandırdıklarını defalarca belirtmiştir.
Iraq Bitig’in Yaşı Bu Uygur el yazması eserlerin gerçek yazılış tarihini tespit etmek için karbon esaslı olan kâğıtların, C14 karbon testi ile yaş tayini yapılmalıdır. Bu da ancak bu kitapları elinde bulunduran İngiltere’nin yapacağı bir işlemdir. İngilizlerin C14 kar-bon testi ile yaş tayini yapması için Kültür Bakanlığı baskı yapmalıdır.
Iraq Bitig Kitabının Yazılış Amacı ve Yazarı Hakkında Kitabın yazarı eserde belirtilmemiştir. Ya da hangi boya ait olduğunu belirten bir tamga bulunmamaktadır. Yalnızca kitabın son kısmında eserin ‘’Asınun Ita-çuk’’ isimli tarihçinin anısına yazıldığını anlamaktayız.
Yazar Iraq Bitig’i Asınun Itaçuk’tan duyduklarını kâğıda tamgalayarak gelecek nesillere bırakmıştır.
 Eserin yazılış amacını ise yine metnin son kısmından anlamaktayız. Metnimize göre eserin yazarı bu metni herkes okuduğundan kendine pay çıkarsın, ders alsın ve ona göre yaşasın diyerek yazmıştır.
 Mustafa Turgay TÜFEKÇİOĞLU - Özden İlteriş BULCA

https://www.docdroid.net/GEYfvYX/irak-bitik-icler-220218-rev-3.pdf#page=5

Temel Metinler / T.C. Dışişleri Bakanlığı

19 Ekim 2019 Cumartesi

SÜMERLERDEN BİZE KALANLAR

Görüntünün olası içeriği: yazı

"Nevruz kimin bayramı?" "Yere düşen ekmeği niye öperiz?" "Mezarlıklarda niye selvi ağacı var?" "Domuz niye haram?" vb. sorulara bu içerikte cevap bulabileceksiniz.
Sümer'den insanlığa kalan pek çok miras var ve bu sadece mitolojiyle de sınırlı değil.
Ancak bu içerikte Sümer mitolojisinden sadece sayılı örnek ele alınmıştır.
Örnekler, her türlü din ve inanca saygı gözetilerek ele alınmasını esas aldığımız için bir sonraki semavi dinlere ilham olduğu iddia edilen bir çok konuya yer vermedik .
Mezopotamya,Orta asya medeniyetlerini kültürlerini benzerliklerini iyice inceleyeyince önceki Fransa Cumhurbaşkanı Jacques René Chirac'ın hepimiz bizanslıyız dediği gibi benimde hepimiz sümer'liyiz babil'liyiz siz neyin davasını güdüyorsunuz diyesim geldi.
Hem okuyun hem seyredin
Neden Sümer?
Sümer dini, önceleri tanrısız bir dindi.
İnsanlar öncelikle büyük tabiat güçlerine taparlardı.
Büyük tabiat güçleri pasifti, yaratıcı güçten yoksundu.
Bu tabiat güçlerine sonradan Tanrısallık biçilmiştir.
İnsan aklı soyuttan somuta doğru gelişmiştir ve soyut şeyleri antik çağların insanları somutlaştırmak istemiştir.
Bu somutlaştırmadan evvel,Tanrı kavramı yaratıcı olmaktan ziyade soyut olarak 'enerjiyle' ifade ediliyordu.
Örneğin Tammuz, bereket tanrısı olmadan önce ağacın ve bitkinin içindeki enerjiydi.
Bu somutlaştırma sürecinde Sümerler, o dönem en ileri oldukları astronomiden yararlanmıştır. İnşa ettikleri devasa Zigguratlar ile gökyüzünü gözlemektelerdi. Soyut ilahlarını, gökyüzünde keşfetmeye başladıkları cisimlerle özdeşleştirerek somutlaştırdılar.
Ay Tanrısı, Güneş Tanrısı, Rüzgar Tanrısı vs.
Sümer'den dünyaya inancın yayılışı
Sami Irktan olan Akadlar, M.Ö. 2500 yılında Sümer bölgesine yerleşiyor ve muazzam bir uygarlıkla karşılaşıp kendi inançlarını Sümer inançlarıyla harmanlıyor. Akadların, hem Batı hem de Doğu'ya doğru genişlemesiyle Sümer inançları denizci bir toplum olan Fenikeliler'e ve Filistin'e ulaşıyor. Fenikeliler vasıtasıyla da Antik Yunan ve Roma'ya...
Sümerlerin İnanna'sı; Semitik toplumların İştar'ı, Fenikeliler'in Astarte'si, Antik Yunan'ın Afrodit'i oluyor. Sümer'in Tammuz'u, Fenike'nin Adonis'i oluyor.
Sümer'in Ninurta'sı, Yunan'ın Zeus'u oluyor.
Kısaca, Sümer'de somutlaştırılan ne kadar Tanrı ve Tanrıça varsa bahsi geçen coğrafyalarda da versiyonları türetiliyor.
1. Nevruz: Kutsal Evlilik
"Nevruz bir Türk bayramı mıdır yoksa Kürt bayramı mıdır?" "Nevruz kimindir?"
Ülkemizde her yıl Nevruz yaklaşınca akla gelen ve bazılarının etnisitelerini tatmin uğruna saçlamayarak cevapladığı bu sorunun cevabı: Nevruz bir Sümer ritüelidir ve tüm toplumlara da Sümer'den yayılmıştır. Şöyle ki; Sümer'in en ünlü tanrısı Tammuz, bereket ve güneş tanrısıdır.
En ünlü tanrıçası ise, bereket, toprak ve ay tanrısı olan İnanna'dır.
Sümer'deki inanışa göre, soğuk ve zor geçen kışın ardından baharın gelişiyle her yıl 21 Mart tarihinde Tammuz ve İnanna evlenir.
Bu evlilik kışın bitişini, topraktaki bereketlenmeyi simgeler ve her yıl bu tarihte kutlanır.
21 Mart aynı zamanda gündüz ve gecenin birbirine eşit olduğu tarihtir.
Güneş tanrısı Tammuz, gündüzü; ay tanrısı İnanna geceyi simgeler ve bu geceyle gündüzün kavuşmasıdır.
Tammuz ve İnanna’nın birleşmeleriyle dünyaya bolluk, bereket ve yeşillik gelirdi, hayvanlar yavrulardı. Evlilik, güneşle alakalı olduğundan ritüelde ateşin üstünden atlamakta vardır. (Ateş, güneşi simgeler.)
İlk defa M.Ö. 4000 yılında kutlanan bu evlilik, Mezopotamya ve Orta Asya'da Nevruz halini alıp zenginleştirilmiştir.
Hristiyanların Paskalyası ve Hıdrellez'in kaynağı da bu kutsal evliliktir.
Semitik toplumlardaki 'cemre' inancı da bu evlilikten gelir.
2. Gelin odasının süslenmesi
İnanışa göre, kutsal evlilik öncesinde Tanrıça İnanna yıkanır, annesi ile konuşarak ondan tavsiyeler alır, kapı arasından hediyelerin gelişini gözler. Daha sonra gelin odası hazırlanır ve çeyizler ziyaretçilere gösterilir. Ancak tüm bu hazırlıklar tamamsa Tammuz’un içeri girmesine izin verilir. 6000 yıldır bu evlilik töreni, o bölgede, bölge çevresinde ve Anadolu’da bu şekilde devam etmektedir.
(Tammuz ve İnanna'nın kutsal evliliklerine dair, Tevrat'taki Süleyman'ın Şarkıları'na bakabilirsiniz.)
3. Selvi ağacı, mezarlıklar ve Tammuz
Tammuz için metinlerde şöyle denir: “Bir yığın Haşur Ormanlarının arasında sen pırıl pırıl parlayan bir selvi ağacıydın ve senin bulunduğun yere sadece güneş gelebilirdi”.
Sümer tapınaklarında Tammuz'un sembolü olarak selvi ağacı dikilirdi. Tammuz, sular tanrısı Enki’nin oğlu olduğu için, tapınaklarda aynı zamanda havuz, su kuyusu veya çeşme de olurdu. Bugün mezarlıklarda selvi ağaçlarının olmasının nedeni, selvi ağacının “ebedi hayat”ı simgeleyen 'hayat ağacı' olmasıdır. Tammuz gerçek anlamda hiçbir zaman ölmez; ebediyete sahiptir.
4. Noel ağacı
Bir önceki maddede Tammuz hiçbir zaman tam olarak ölmez demiştim. Evet ölmez sadece derin bir uykuya dalar. Bu uyku, gecenin gündüze galip gelmeye başladığı tarihe denk gelir. Bu tarih gece ile gündüzün yıl içerisinde son kez birbirlerine eşit oldukları ekinoks tarihidir. Bu tarihten sonra gecelerin süresi, gündüzü geçer ta ki 21 Aralık’a kadar.
21 Aralık yıl içerisinde en uzun geceyi içerir. 21 Aralık'ta Güneş tanrısı Tammuz ‘ölür.’ 3 gün sonra ise gecenin kısalmaya gündüzün uzamaya başlamasıyla dirilir.
Bu diriliş 25 Aralık’ta kutlanır ve bu kutlamalarda Sümerler, bugün noel dedikleri ağaçları kullanır. Ağaçtaki süsler, her türden meyveyi ve bereketi simgeler; ağacın kendisi ise Tammuz'dur.
5. Tıbbın sembolü
Yukarıdaki örneklerde hayat ağacının kendisinin Tammuz olduğunu görmüştük. Hayat ağacına sarılı iki yılan Tammuz'un iyileştirici özelliğini tasvir eder. Günümüz tıp çevrelerinde yaygın olarak kullanılan yılan sembolünün kaynağı da yine Sümer'dir.
6. Domuzun haram olması
Tammuz'un diğer adı -daha doğrusu bir başka söylenişi- Domuzi'dir. İnanca göre Tammuz ve onun bir sonraki versiyonu olan Adonis, vahşi bir domuz tarafından katledilir.
Domuzu mitolojide günahkar,dinlerde haram yapan bilinçaltında yatan 'Tanrı katili' sıfatıdır.
Ayrıca ekonomik açıdan, domuzun küçükbaş hayvanlar gibi göç edememesi ve dönemin şartlarınca yaz aylarında etinin sıcağa dayanamayarak çabuk bozulması da nedenler arasındadır.
7. Yere düşen ekmeğin öpülmesi
Ekmeğin kutsallığı Sabiilerden gelir. Tammuz'un bir başka versiyonuna tapan Sabiilere göre ekmek çok kutsaldı. Öyle ki, buğdayın toplanması ve öğütülmesi zamanında Sabiiler ağlardı. Çünkü bu tarihler, Tammuz'un öldüğü -derin uykuya daldığı- günlere denk gelirdi.
Sabiilere göre, ekmek Tammuz'un etiydi. Tammuz, Sabiiler için ana geçim kaynağıydı.
Bu nedenledir ki, bugün Anadolu’da hala ekmek yere düştüğü zaman öpülür ve başa konur, ekmek ve buğday kırıntısına basmanın büyük günah olduğuna inanılır ve ekmek bıçakla kesilmez.
Çünkü, ekmek binlerce yıl önceki inanca göre bereket tanrısı Tammuz'un etiydi. Ekmeğe verilen önem bu coğrafyada hiç değişmedi. Elbette, Tammuz unutuldu, gitti.
(Ek olarak, Sabiiler'e göre ekmek Tammuz'un eti dedik. Şarap da barış ve şarap tanrısı Dionysus'un kanıydı. Her ikisi de dönemin insanları için ana geçim kaynağıydı. Hristiyanların Efkaristiya'sını açıklamak için yeterli bir kaynak.)
8. Kurban ritüeli
Sümer'de tanrıları sevindirmek, istekte bulunmak, hastalıktan kurtulmak ve adakta bulunmak için, hasta veya sakat olmayan bir hayvan kurban edilirdi. Kurbanları tapınak rahipleri keserlerdi. Kurbanın sağ kalçası ve iç organları Tanrılara takdim edilir, geri kalanı ise dağıtılırdı.
9. Mitolojideki ilk tek Tanrı: Marduk
Marduk, Babil kentinin tanrısıydı ve Sümer'deki Tammuz'un Babil versiyonuydu. Babil şehrinin güçlenmesiyle birlikte o da güçlendi. (Mitolojide tanrılar, doğdukları şehre bağlıydı. Şehir güçlendikçe o şehrin -ya da devletin- kralı, kendi tanrısını da güçlendirmiş ve yaygınlaştırmış oluyordu.)
Marduk, M.Ö. 2000'de Kral Hamurabi tarafından Baş Tanrı olarak ilan edildi. M.Ö. 1600'lerde de Kral Buhtunnasr tarafından Tek Tanrı ilan edildi.
Marduk Tanrıların Tanrısı konumuna gelince diğer 50 tanrı, kendi güçlerini Marduk'a verir. Her bir gücün, özelliğin de ayrı ismi vardır. Böylelikle, Marduk'un 50 kadar ismi olur.
Marduk, kendisine güçlerini sunan tanrı ve tanrıçaları kendi hizmetine alır ve onlara sınırlı güç ve görevler atfeder. Böylelikle eski Sümer tanrıları, tek tanrının hizmetinde birer elçi, veli ve ilahi ögelere dönüşür.
Babil'in zayıflaması ve Asur'un güçlenmesiyle Marduk'un Asur versiyonu ortaya çıkar: Devlete de ismini veren Asur tanrısıdır. Ve zamanla Kabala öğretisinde kendine yer edinen bu tek tanrı inancı, modern yapısına Tevrat ile kavuşur.
10. 14 Şubat sevgililer günü
Sevgililer günü günümüzden çok daha evvel Antik Yunan'da kutlanıyordu!
Sümer'deki Tammuz-İnanna ve Anadolu'daki Attis-Kibele evlilikleri gibi Antik Yunan'da da Tanrıça Hera ile Tanrı Zeus'un kutsal evliliği yüzyıllardır kutlanıyor.
Zeus genel olarak partnerlerini aldatan çapkın bir yapısı vardır ve bir gün şekil değiştirerek Hera ile birlikte olur. Aldatıldığı ve gururuyla oynadığı için Zeus'u sadece onunla evlendiği takdirde affedebileceğini söyler ve kutsal evlilik gerçekleşir. Antik Yunan'da Tanrıların Tanrısı olan Zeus evlenince Tanrıça Hera'da Tanrıların Tanrıçası olmuştur.
Antik Yunan'daki Hera, Roma'da Juno ismini alır. Roma'da kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak bilinen Juno'ya duyulan saygı sebebiyle 14 Şubat tatil ilan edilir ve bu tarihte çeşitli ritüeller gerçekleştirilir. Böylelikle 14 Şubat, Antik Yunan tanrıçası Hera'nın sevgililere hediyesi olmuş oluyor.
11. Baş örtüsü
Sümer’de, Babil’de (ve hatta erken Anadolu dönemlerinde bile) her genç kız evlenmeden önce tapınağa gider ve orada bir kere olmak üzere yabancı bir erkekle para karşılığı beraber olurdu. Bu parayı tapınağa bağışladıktan sonra tapınaktan ayrılabilir ve artık evlenebilirdi. Bu tür bir cinsel birleşme son derece kutsal sayılırdı (tıpkı Tammuz İnanna veya Kral-Baş Rahibe birleşmesinde olduğu gibi).
Bunu yapmadan genç kız evlenemezdi. Asilzadeler bile kızlarını kendi elleriyle bu tapınaklara getirmişlerdir. Çirkin kızların kötü bir kaderi vardı; bazen kendileriyle beraber olacak bir erkek çıkması için yıllarca tapınaklarda beklerlerdi. Bunun dışında tapınak rahibeleri, bu kutsal fahişeliği sürekli olarak yaparlar ve tapınağa gelir sağlarlardı (ancak belirttiğim gibi, bu utanç verici bir iş değil son derece kutsal bir görevdi, onlara sokak fahişesi muamelesi yapılmazdı).
Bu kadınların diğer kadınlardan ayrılması için, başlarının bir şalla örtülmesi zorunluydu. Bu örtü, artık o kadının evlenebileceği anlamına geliyordu. Bunların haricinde kızların, cariyelerin ve fahişelerin örtünmesi yasaktı.
M.Ö. 1500 yıllarında Asur kralı, sadece evlenilebilir kadınların değil; evlenen ve dul kalan kadınlarında örtünmesini zorunlu kılmıştır. Böylelikle, üç büyük kutsal kitapta da geçen baş örtüsü adetinin kaynağının Sümer olduğu öğreniyoruz.
12.Kartal.
Sümer'de güneşin farklı farklı şekilleri vardır. Sabah, öğle, akşam güneşinin; yaz, bahar, kış güneşinin farklı farklı isimleri, simgeleri ve tanrıları vardır.
Sümer'deki sabah güneşini de kartal simgeler. Sabah güneşiyle kartal; doğuşu ve yükselişi ifade eder. Kartal aynı zamanda batmayan güneşin temsilidir.
Sümer'den günümüze kadar özellikle devletler tarafından bu simge kullanılmıştır. Kartal, pek çok devlet için gücün sembolü olmuştur. (Roma, Selçuklu, günümüzde ABD vs.)
13. Kutsal sayılar
Sümerliler, gökteki 12 burcu ilk kez keşfeden uygarlıktır. Sümerlilerin bir gün 12 saatten oluşuyordu ama 1 saatleri bizim 2 saatimize eşitti; yani toplamda yine 24 saatti. İsa’nın 12 havarisi, bu burçları temsil eder. Sümer inancına göre, burçlarda birer tanrı otururdu ve güneş tanrısı bu burçları ziyaret ederdi (her 2150 yılda bir güneş başka bir burca denk gelirdi ve Sümerliler bunu hesaplamışlardır).
Bugün Yahudilikteki ve Hıristiyanlıktaki 7 kollu şamdan, Sümer’in meşhur ağacını ve yedi seyyareyi temsil eder. Tek tanrılı dinlerdeki cehennemin 7 kapısı, Sümer’in yer altı dünyasının 7 kapısı olmasından gelir.
Sümerlerde sayı sistemi 10'luk değil; 60'lıktır. En büyük rakam 60, en büyük tanrının rakamı da 60'tır. Ay tanrısının rakamı ise, 30'dur. (Ay Dünya etrafındaki dönüşünü yaklaşık 30 günde tamamlar.).
Görüntünün olası içeriği: yazıKaynakça

Kitaplar:
Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni, Kaynak Yayınları,

Secrets of Gobustan

Internet Archive Arama: Konu: "Iyalet Şam"

Orhun Yazıtları — Orhun Abideleri

Türk Tarihi Üzerinde Çalışmalar / Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu | Türkçenin Diriliş Hareketi TDH

ETCSLhomepage

Hitit Belgeseli

İlk Türk Devletleri | Kpss Tarih Konu Anlatımı

islamiyet öncesi türk devletleri

İlk Türk Devletleri



ilk Türk Devletleri denilince akla ilk gelen devletler normalde Asya ve Avrupa’da kurulan devletlerdir. Ancak ilk Türk Devletleri içerisinde ilk Türk topluluğu olan İskitler (Saka) topluluğundan biraz bahsedelim. Kpss Tarih konuların ilk bölümlerinin içerisinde sık sık göze çarpmaktadır Sakalar.
Orta Asya’da yaşamış olan İskitler, Karadeniz’in kuzeyinden Tuna Nehri’ne kadar uzanan bölgede yaşamışlar ve Pers, Asurlular, Urartular gibi devletlerle uzun süre savaşmışlardır. Anadolu, Suriye ve Filistin üzerinden Mısır’a sefer yapmış olan İskitler MÖ VII. yüzyıldan MÖ II. yüzyıla kadar siyasi etkinliklerini sürdürmüşlerdir. Perslerle önemli bir mücadele içerisinde olan İskitler, Alper Tunga ile Pers hükümdarı arasındaki önemli mücadelesinden ötürü ilerde İranlı şair Firdevsi’nin Şehname adlı eserinde konu olarak yerini almıştır.
Şimdi Kpss genel kültür tarih konusu içerisinde yer alan ilk Türk Devletlerini teker teker inceleyelim.
1) Asya Hun İmparatorluğu (MÖ 220 – MÖ 216): Teoman tarafından kurulan , Mete Han zamanında en parlak dönemine ve en geniş sınırlarına ulaşmıştır.
– Orta Asya’da kurulan ilk Türk devletidir.
– İlk teşkilatlı Tür devletidir ve Orta Asya’da Türk boylarını tek bayrak altına ilk kez bu devlet toplamıştır.
– Hun akınlarına karşı Çinliler Çin Seddi’ni yapmışlardır.
– Mete Han orduda onluk sistem oluşturarak tüm dünyaya örnek olmuştur.
– MS 48’de Güney ve Batı Hunları olarak ikiye, Güney Hunları da , Güney ve Kuzey Hunları olarak tekrar ikiye ayrılmıştır.
* Kavimler Göçü (375): Kuzey Hunları Hazar Denizi ile Aral Gölü arasındaki Alanların yerlerini işgal ederek onları batıya doğru sürüklemiş, sonrasında Balkanlara ilerleyerek Vandallar, Vizigotlar, Ostrogotlar gibi kavimleri göç ettirmişlerdir. Dünya tarihinin en büyük kitlesel göçü olarak kabul edilen Kavimler Göçü Avrupa’nın birçok yapısında değişiklikler meydana getirmiştir:
– Büyük Roma İmparatorluğu 395 yılında barbar kavimlerin işgalleriyle Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmıştır ve Batı Roma 476 yılında yıkılmıştır.
– İlk Çağ kapanmış ve Orta Çağ başlamıştır.
– Derebeylikler (feodalite) ortaya çıkmıştır. Bunun sebebi siyasi boşlukların oluşmasıdır.
– Bilim ve sanat etkinlikleri durmuş ve skolastik düşünce meydana gelerek kilise ve din adamları güç kazanmıştır.
– Germen kavimlerinin Avrupa’ya göç etmesiyle yeni Avrupa devletleri oluşmuştur.
Kpss lisans tarih konularında yer alan Kavimler göçü Kpss’nin çok önem verdiği bir konudur bu yüzden çok iyi anlaşılmalıdır.
2) Avrupa Hun Devleti: Doğu ve Orta Avrupa’da Kavimler göçü sonucu Balamir Kağan tarafından kurulmuş ilk türk devletleri içerisinde yer alır.
– Avrupa’da kurulan ilk Türk devletidir.
– En parlak dönemini Atilla zamanında yaşamış ve Bizans’ı vergiye bağlamıştır. Ayrıca Volga ile Tuna Nehri arasındaki topraklara sahip olmuştur.
– Doğu Roma ve Batı Roma İmparatorlukları üzerine seferler düzenlemiştir.
– Atilla’nın ölümünden sonra zayıflamış ve 486 yılında Germenlerin saldırıları ile yıkılmıştır.
3) I. Göktürk Devleti (552 – 630): Bumin Kağan tarafından kurulan Göktürk Devleti’nin başkenti Ötüken’dir ve Ora Asya’da kurulmuştur. Ülke Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılıp Batı’yı Bumin Kağan’ın kardeşi İstemi Yagbu yönetmiştir.
* İkili Yönetim: İslamiyet Öncesi ilk Türk Devletleri’nde ülke doğu ve batı olmak üzere yönetilirdi. Doğu batıdan üstün sayılır ve Kağan Doğu bölgesinde ülkeyi yönetirdi. İkili yönetim dediğimiz bu sistem ilk Türk Devletleri’nin federal bir yönetim anlayışı olduğunu göstermektedir.
– İlk kez Türk adıyla kurulan devlettir.
– Asya Hun İmparatorluğundan sonra Türkleri ikinci kez tek bayrak altına toplamışlardır.
– İpek Yolu hakimiyeti için Çinliler ve Sasanilerle mücadele içinde olmuşlardır.
– Bumin Kağan’ın ölümünden sonra Çin Baskısı sonucu zayıflamış ve doğu -batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Doğu Göktürkler 630, Batı Göktürkler 659 yılında Çinliler tarafından yıkılmıştır.
* Kürşat Ayaklanması: Amacı Çin İmparatorunu esir etmek ve Çin sarayındaki asilzadeleri serbest bıraktırmak olan Kürşat, 639 yılında Çin sarayını basarak başlattığı ayaklanma ile Göktürk Devleti’nin tekrar kurulmasını hedeflemiştir. Fakat 39 Arkadaşı ile birlikte katledilmiştir.
4) II. Göktürk Devleti ( Kutluk Devleti) (682 – 745): ilk Türk devletleri içerisinde yer alan I. Göktürk Devleti yıkıldıktan sonra 50 yıl Çin egemenliğinde kalan Göktürkler, sonradan tekrar ayaklanarak II. Göktürk Devletini Kutluk (İlteriş) Kağan tarafından kurmuştur.
– Bilge Kağan Döneminde en parlak dönemini yaşamıştır.
– Bilge Kağan Kardeşi Kültigin ve Vezir Tonyukuk ile birlikte ülkeyi yönetmiştir.
– Yazıyı kullanan ilk Türk devletidir.
– Göktürk alfabesi ile kendilerine ait ilk alfabeyi kullanmışlardır.
ilk Türk Devletleri içerisinde yer alan Kutluk Devleti, ilk Türkçe yazılı belgeleri olan Orhun Kitabelerini miras bırakmışladır. Sosyal devlet anlayışının benimsendiğini gösteren Orhun Kitabeleri Türklerin bıraktığı ilk yazılı belgedir. Yazılı Türk Edebiyatının ilk eseri olan Orhun Kitabelerinde Kağan millete hesap verir ve Çin’e karşı verilen bağımsızlık mücadelesi anlatılır. Devletin ve halkın karşılıklı görevlerinin anlatıldığı Orhun Kitabeleri Bilge Kağan, Kültigin ve Vezir Tonyukuk adına dikilmiştir. Bu kitabelerin bağımsızlık mücadelelerini anlatması, Göktürklerin kendilerine ait bir alfabe olması ve adlarında Türk kelimesinin geçmesi sebebiyle Göktürklerin Milli yani Ulusçu bir devlet niteliği taşıdığını söyleyebiliriz.
5) Uygurlar (745 -840): Kutluk Bilge Kül Kağan tarafından Ötüken bölgesinde kurulmuş olan Uygurlar sonraları Karabalgasun’u başkent yapmışlardır.
– ilk Türk devletleri arasında Yerleşik hayata geçen ilk devlettir.
– Modern tarımla uğraşmışlardır. Bunun için kanallar açılmıştır.
– Kağıt ve matbaayı kullanan ve aynı zamanda ilk kez bu matbaayla kitap basan ilk Türk devletidir.
– Minyatür, tezhip eserleri ve mimari eserler bırak ilk Türk devletidir. Katabalgasun Yazıtları da Uygurlar tarafından bırakılmıştır.
– Göktanrı inancından kopan ve Mani Dini’ni seçen ilk Türk devletidir. Zaten yerleşik hayata geçmesi de Mani Dini’nin etkisiyle olmuştur. Ayrıca Moğolların Türkleşmesine katkıda bulunmuşlardır.
– Orta Asya’da uygarlık olarak çok gelişmiş olan Uygurlar ilk kez kütüphane kuran ilk Türk devletidir.
– Hukuk kurallarını yazılı hale getirmeleri, borç, kira gibi konularla ilgili sözleşme yapılmaları Uygurların hukuk alanında geliştiğini göstermektedir.
– Kendilerine ait olan Uygur alfabesini oluşturmuşlardır.
– Kırgızların saldırıları sonucu yıkılan Uygurlar, Kansu ve Turfan Uygurları olarak ikiye ayrılmışlardır. Kansu bir diğer adı Sarı Uygurlar Çin’de kurulmuş ve Moğollar tarafından yıkılmıştır. Doğu Türkistan’da kurulan Turfan Uygurları sonradan Moğolların egemenliği altına girmiş ve onların Türkleşmesini sağlamışlardır. Turfan Uygurları günümüzde Çin’de Sincan Uygur Özerk Bölgesinde yaşamaktadırlar.
6) Avarlar ( Juan Juanlar) ( 560 – 805): Günümüzdeki Macaristan ve Romanya’yı içine alan güçlü bir devlet yapısına sahip olan Avarlar, ilk kez İstanbul’u kuşatan Türk boyudur. Ancak bu kuşatmalardan sonuç alamamışlardır. Bunların dışında Avrupa’daki Slav topluluklarını askerlik alanında etkilemişlerdir.
7) Kırgızlar (840 – 1207): Orta Asya’da egemenlik kuran son Türk boyu olan Kırgızlar, aynı zamanda Moğol hakimiyetine giren ilk Türk boyudur. Dünyanın en uzun destanı olan Manas Destanı Kırgızlardan miras kalmıştır ve Kırgızlar günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.
8) Hazarlar (630 – 968): Hz Osman zamanında İslam ordularının kuzeye ilerleyişini engelleyerek İslam orduları ile ilk kez çarpışan devlet olmuştur. Bu hamleyle İslamiyet’in Kafkaslara ulaşmasını engellemişlerdir. Yahudiler dışında Museviliği benimseyen tek topluluktur. Çeşitli dinlere mensup tüccarların serbestçe ticaret yapabilmeleri,  ülkedeki davaların iki Müslüman, iki Hristiyan, iki Musevi ve bir Şamanist olmak üzere toplamda 7 üye tarafından görülmesi ve ibadethanelerin yan yana kurulabilmesi Hazarların değişik dinlere hoşgörüsü olduğunu göstermektedir.
9) Bulgarlar (583 – 665): ilk Türk devletleri içerisinde yer alan Bulgarlar, Oğuzlardan ayrılarak Balkanlara yerleşmişlerdir. Hazarların işgalleri sonucu Tuna (Hristiyan olmuşlardır.) ve İtil Bulgarları (Müslüman olmuşlardır.) olmak üzere ikiye ayrılmışlardır.
10) Karluklar: İslamiyet’i kabul eden ilk Türk boyudur. ilk Türk devletleri içerisinde yer alan Karluklar, sırasıyla Göktürk ve Çin egemenliği altında yaşamış ve daha sonra bağımsız olmuşlardır. II. Göktürkler tarafından yıkılmış, sonra Uygurların egemenliği altında yaşamışlardır. Daha sonraları tekrar bir kurulma yaşasalar da en son Moğollar tarafından yıkılmıştır.
Talas Savaşında Arapları destekleyerek kazanmalarını sağlayan Karluklar, ilk Müslüman Türk Devleti olan Karahanlıların kuruluşunda önemli rol oynamışlardır.
11) Türgişler (659 – 766): İlk kez para bastıran Türk devleti olan Türgişler, Müslümanlara karşı çok direnmiş ve İslamiyet’in Orta Asya’ya yayılmasını ciddi şekilde engellemişlerdir. Türgişer ayrıca Uygurlardan sonra yerleşik hayata geçen ikinci Türk devletidir.
12) Macarlar: ilk Türk devletleri içerisinde yer alan Macarlar, Volga Nehri civarında yaşamışlar ancak Peçeneklerin baskısı sonucu bugünkü Macaristan topraklarına yerleşmişlerdir. Zaman içerisinde Slav topluluklarıyla asimile olmuşlardır.
13) Peçenekler: Orta Asya’dan batıya göç eden bu Türk topluluğu devlet kurmayı başaramamıştır.
14) Oğuzlar: En kalabalık Türk boyu olup 24 boydan meydana gelmiştir. Selçuklular ve Osmanlılar gibi önemli devletlerin kuruluşunu sağlamış olan Oğuzlar, Kumanlar (Kıpçaklar) ile yapmış oldukları mücadele ile Dede Korkut Hikayelerine konu olmuşlardır. Devlet kurma yeteneği en gelişmiş Tür boyu olan Oğuzlar hem Orta Asya hem de Avrupa’da egemenlik kurmuşlardır.
15) Kumanlar (Kıpçaklar): Ruslarla mücadele etmişlerdir. Karahitayların baskısı sonucu batıya göç etmişlerdir.
16) Sibirler (Sabirler): Bugünkü Sibirya adı Sabirlerden gelmektedir. Bizans ve Sasanilerle mücadele etmiş olan Sibirler Avarların baskısı sonucu Doğu Avrupa’ya yerleşmişlerdir.
17) Akhunlar: ilk Türk devletleri içerisinde yer alan Akhunlar, Büyük Hun devletinin yıkılışı sonrası Çin baskısıyla beraber Afganistan’ın kuzeyine yerleşmişlerdir. Göktürkler ve Sasanilerin baskısı sonucu yıkılmışlardır.

 , , , , , , , , , , İlk Türk Devletleri | Kpss Tarih Konu Anlatımı:



'via Blog this'

Oğuz Kağan Destanı Üzerine Yeni Düşünceler | Bilinmeyen Türk Tarihi

Giriş
Türk mitolojisinin ve bedii düşünce tarihinin önemli kaynaklarından biri olan Oğuz Kağan Destanı, Uygur alfabesi ile XIV. yy. başlarında yazıya geçirilmiş olup yegane el yazma nüshası Paris Milli Kütüphanesinde (Chaifere fondunda, Supplement turc, No: 1001) korunmaktadır. Yazı karakterine, dil üslup özelliklerine göre el yazmanın daha eski bir versiyondan alınma olduğu görünmektedir. Eserin bir nevi özet karakterinde olması da bunu göstermektedir. Aslen Mısır Kıpçaklarından olan edDevâdârî’nin Arapça yazmış olduğu küçük hacimli “Dürerü’ttîcan” adlı eserinden alınan bilgiye göre Oğuzların bu kutsal kitabı 5. yy.’da Sasani Hükümdarı Anuşirevan’ın teklifi ile veziri Buzurg Mihir tarafından Farsçaya çevrilmiş, 9. yy’da Abbasi Halifesi Harun erReşid bu eserle ilgilenmiş ve onu Farsçadan Arapçaya tercüme ettirmiştir. Bütün bu yarı tarihi, yarı gerçek bilgiden Oğuz Destanının (Kitabı Dede Korkut Ala Lisani Taifeyi Oğuzan’da Oğuz Destanı içinde yer almaktaydı) daha erken bir tarihte yazıya alındığı ortaya çıkmış olur. Ancak eski yazma nüshalar bulunmadıkça elimizde olan ve Uygur alfabesi ile yazılmış Oğuz Kağan Destanı bütün Oğuzname varyantlarının (İslam’dan önceki ve İslami) ilki olarak kalacaktır.
Oğuz Kağan Destanı’nın el yazması 21 varaktan, 42 sayfadan oluşmuştur. Her sayfa 9 satırdan ibarettir. El yazmanın son sayfasında iki satır eksiktir. Zamanla aşındığından sayfaların bazı yerleri okunmaz hale gelmiştir. 1. sayfasının birinci ve üçüncü satırları arasında mavi renkle boğa resmi çizilmiştir. 5. sayfada “Anun angusu oşbu turur” cümlesinden sonra kuş resmi, 6. sayfadaysa yine aynı cümleden sonra dördüncü satırda tek boynuzlu hayvan resmi çekilmiştir.
Oğuz Kağan Destanı’nın dili “j”leşen ve “y”leşen (jaruk~yaruk, janak~yanak vs.) eski Oğuz Karluk şivesine daha yakındır. Ancak abide, Uygur muhitinde yazıldığı için dilinde Uygur Döneminin dil unsurlarını da görebiliriz. İki üç Farsça kelimeyi dikkate almasak eserin dilinde yabancı dillerden alınmış kelimeler yoktur, denilebilir. Oğuz Kağan Destanı’nın dilinde Moğol dilinden ödünç alınmış kelimelere de rastlamak mümkündür. Bu eserde anlam ifade eden 520’ye yakın kelime bulunmaktadır ki, bunun da büyük çoğunluğunu saf Türkçe kelimeler oluşturmaktadır.
Bu el yazmayı ilk defa W. Radloff 1890’da faksimilenin sekiz sayfası ile birlikte Kutadgu Bilig eserine ilave ederek yayınlamıştır. (1) W. Radloff, el yazmanın transkriptini ve Almancaya tercümesini 1891’de bastırmıştır. (2) Oğuz Kağan Destanı’nın Rıza Nur, W. Bang, R. Rahmeti, A. Şherbak, M. Ergin, K. Ömireliyev ve F. Bayat transkripsiyonları da mevcuttur. (3)
Türk epik ananesinde etnogonik karaktere sahip Oğuzname motifleri zaman ve mekan açısından uzun bir yol geçirmiş, ilk olarak Oğuz Yabgu Devletinde destan olarak yeniden şekillenmiş, bir kısım eski destanlarımız da olduğu gibi tarihi mitolojik yapısını yaşatmıştır. İslamiyet’ten sonraki döneme ait olan Oğuznameler tarihi ağırlıklı olup, daha çok Selçukiler, Elhaniler, Akkoyunlular ve Osmanlılar Döneminde yazıya geçirilmiş, Orta Asya’da, Azerbaycan’da ve Anadolu’da yirmiden çok varyantı ortaya çıkmıştır. Tarihi Oğuznameler aslında bir nevi Uygur alfabesi ile yazılmış ve özet karakterli Oğuz Kağan Destanını tamamlamaktadır. Oğuznamelerin bu kadar geniş bir alanda yayılması ve çok varyantlı olmasının başlıca sebebi fetih fikrinin, cihan devleti kurmak ülküsünün esasını oluşturmasına bağlıdır. Türk cihan devleti kurmak ideali Oğuz Kağan adına bağlı olup zamanla tarihi veya mitolojik tiplerin de üzerine kaydırılmıştır. Bu anlamda Oğuz’un tarihi şahsiyetler olan Mete, Cengiz, Buğra Han gibi hükümdarlara benzetilmesi etnik kültürel sistemde tarihi mitolojik ecdat tipinin yeniden doğması, yani ihyasıdır.
Oğuz Destanı’nı esasen Doğu (Türkistan, Uzak Doğu) ve Batı (Azerbaycan, Ön Asya) varyantlarına ayırmak mümkündür. Yazılı kaynaklarda Oğuz Destanının ilk örneğine Çin Salnamelerinde rastlıyoruz. Çin yıllıklarında Hun Hükümdarı Mete (veya Maotun) üzerine geçirilmiş bu destan motifini İ. Biçurin yorumlamıştır. (4) Batı kaynağı Gerdizinin Zeyn elAhbar adlı eserinde Tokuzguzlar (Dokuz Oğuzlar) hakkında vermiş olduğu bilgi (5) ile Biçurin’in yorumunun karşılaştırılması aradan geçen 1100, 1200 yıllık zaman içinde Oğuz Destanında çok az şeyin değiştiği görülmektedir. Demek Oğuz Kağan Destanı bize kadar iki yolla, yazılı kaynaklarda, yani tarihileşmiş şekilde ve sözlü ananede, ozanların repertuarında ulaşmıştır. Ozanların ifade ettikleri Oğuz Destanı her zaman tarih yazarlarına kaynaklık etmiştir. Bunu XVI. yy. Türkmen tarihçisi Salır Baba Gulalıoğlu’nun sözlü geleneğe dayalı Oğuzname eseri yazması da tasdik etmektedir. Ebü’l Gazi Bahadır Han’ın verdiği bilgiye göre Türkmen bakşıları XVII. yy.’da. Oğuz Destanı’nı icra etmekteydiler. Ancak elimizde ozanların söyledikleri bu muhteşem destandan Uygur alfabesi ile yazılmış çok küçük bir parça kalmıştır.
İslamiyet’e kadar ki varyantlarda Oğuz, ecdat; Oğuzların sosyal ve idari yapısını oluşturan ilk cihan devletinin kurucusu, boylara ad veren Tanrıoğludur. (6) Bunu onun fonksiyonlarıyla birlikte eski Türklerin astral kültünde önemli yeri olan Ay Kağan’ın oğlu olması da tasdik etmektedir. İslami varyantlarda Oğuz, Allah’ın velisi, İslam adına savaş açmış gazidir. Bu dönüşme, diğer Türk destanlarında da görünmektedir. Satuk Buğra Han, Manas, Almambet, Cengiz, Müslüman geleneğinde birer gazidirler. Tabii ki eski Tanrıoğlu, kurtarıcı kahramanın yeni medeniyet çevresinde gazi, veli, alperen olması çok doğaldır. Kültür değişikliklerinin Türk düşüncesinde çok az şeyi değiştirdiği Oğuz Kağan Destanında daha açık görünmektedir.

Destandaki Mitolojik Unsurlar
Oğuz Kağan Destanı atlı göçebe şuuruna özgü mitolojik düşüncenin vermiş olduğu devletçilik geleneği ve sosyal düzen hakkında epik bir belgedir. Eksik, ancak mitoloji ile zengin olan bu destanın Oğuz şuurunu yansıtması ayrı bir özelliğidir. Destan baştan sona kadar bu yapıyı korumuştur.
Kahramanın, alpliğin, yenilmezliğin sembolü olarak doğması mitolojik bağlam dahilinde takdim edilmektedir. Bu bağlamda Manas’ın, Cengiz’in doğması da Oğuz Kağan’ın doğması gibi mitolojik anlamlıdır. Yeni doğan çocuğun gözlerinin ala, yüzünün mavi, ağzının kırmızı olması Oğuz’u kutsal aleme bağlar. Bu kutsallığı zahiri görünüş daha da kuvvetlendirir: Oğuz’un beli kurt beline, ayakları boğa ayaklarına, sırtı samur sırtına, göğsü ayı göğsüne benzer. Oğuz’da Türk boylarının kutsal ve ongun bildikleri hayvanların çizgileri vardır. Bu özellik arkaik tipli destanlar (Yakut, Şor, Altay, Hakas, Tuva destanları) için karakteristiktir. Oğuz’un, diğer taraftan anasının memesini bir kez emip, sonra çiğ et yemesi, şarap içmesi, kırk günden sonra konuşması, yürümesi vs. gibi olağanüstü vasıflar aslında bütün ecdat ve kurtarıcı kahramanlar için karakteristiktir. Oğuz daha başlangıçtan itibaren bu misyonla görevlidir. Oğuz’un bu olağanüstü yönleri şaman olma efsanelerine benzemektedir. (7)
Oğuz Kağan’ın epik biyografisi, bütünüyle mitolojik sistem çerçevesinde verilmiştir. Bu da destanın daha eski çağlarda, destan özelliğinde şekillenmeden önce mitolojik hikaye olarak ifade edilmesinin bir kanıtıdır. Kahramanlık destanlarında ilk kahramanlık olarak değerlendirilen baş kesip kan dökmek, Dede Korkut Kitabında ad alma ile bağdaştırılmıştır.
Oğuz Kağan Destanında Oğuz’un, Kaotik gücü sembolize eden mitolojik tek boynuzu öldürmesi ve ili bu beladan kurtarması kendini ispat olarak anlaşılır. Oğuz, bu kahramanlıktan sonra cihan devleti kurmak gibi bir iddiaya düşer. Oğuz, ister Uygur varyantında olsun, ister tarihi eserlerde olsun bütün yönleri ile tarihi şahsiyetten daha çok mitolojik karakterlidir. Ancak belirtmek gerekir ki Oğuz Destanının yazılı varyantlarında bazı mitolojik unsurlar atılmıştır.
Semantik planda Oğuz, arkaik kahraman tipinden zamanla tarihi kahraman tipine geçiş yapmıştır. Yazılı Oğuz destanlarında ve araştırmalarda Oğuz’un Mete, Buğra Han, Cengiz vb. ile aynileştirilmesi Türk etnik medeni sisteminde bu kahramanın mitoloji ve tarihi durumu ile ilgilidir. Bununla beraber Oğuz’a dönüşüme uğramış şekli ile ayrı ayrı edebi türlerde de rastlamak mümkündür. Demek ki Oğuz, bir ecdat, kurucu kahraman olarak Türk kültürünün bütün katmanlarında mevcuttur. Bütün bunlar Oğuz tipinin öğrenilmesinde mühim rol oynamaktadır.
Türk kültüründe Oğuz’un bir statüden başka bir statüye geçmesi (İlk kahramanlığından, devlet kurmaya, devletin ve ordunun yapısını oluşturmaya kadar olan değişmeler) aslında yeni statünün eskinin içinden çıkıp onu aşmasıdır. Doğal olarak her yeni statüde Oğuz, yeni karakteristik özellikler kazanır. Destan’ın sözlü ve yazılı varyantlarında Oğuz Kağan dünyayı bir bayrak altında birleştirerek Tanrı misyonunu yerine getiren iki boynuzlu hükümdar tiplerinin ilki olma şerefine nail olur. Hatta Oğuz Kağan bu yönü ile Sümer hükümdar kahramanı Gılgamış’tan ve Kuran da adı geçen Zülkarneyn’den daha eskidir. Ebü’l Gazi, Şecereyi Terakime adlı eserinde Oğuz’un Peygamber’den beş bin yıl önce yaşamış olduğunu söyler ve onun, İranlıların ilk insanı ve ilk hükümdarı ile aynı yaşta olduğunu gösterir. Rüstem Paşa, Osmanlı Sülalesinin Tarihi adlı yayınlanmamış eserinde Oğuz hakkında şöyle der: “Kur’an’da Oğuz Han ‘iki boynuzlu’ adı ile hatırlanır. Bu o Oğuz’dur ki babasını öldürerek hakimiyeti ele geçirmişti. Onun dedeleri İbrahim’in hak dininde idiler”.(8)
Türk mitolojisinde yer altı dünyasının hakimi Erlik’in ve onun Yakutlarda karşılığı olan Arsaan Duolay’ın boynuzlu tasvir edilmeleri boynuzu güç, hakimiyet sembolü ile beraber hem de Tanrısal işaret hesap etmeye imkan verir. Sibirya ve Altay’da bulunan mezar taşlarında boynuzlu insan resimlerinin çekilmesi (9) boynuz kültünün Sümerlerde olduğu kadar Türklerde de yaygın olduğunu gösterir. Boynuz çok eski dini inançlarla, özellikle Ay kültü ile ilgilidir. Diğer taraftan Oğuz’un anasının Ay Kağan olması da eski Ay tanrı inancının Destan’da korunduğunun göstergesidir. Ay Tanrı kültünün kalıntılarına arkaik destanlarla beraber Manas gibi klasik destanlarda da rastlamaktayız. Boynuz Ay ilişkisi Destan’da boğa kültü ile daha da kuvvetlendirilir. Nitekim Oğuz Kağan Destanının el yazma nüshasında birinci sayfada boğa resminin yer alması, Oğuz’un doğarken ayaklarının boğa ayağına benzemesi boğa kültü ile ilgili eski dini inanç çerçevesinde gerçekleştirilir.
Türk mitolojik sisteminde mavi renkli boğa gölün, kara renkli boğa ise yerin veya şaman metinlerinde Altay’ın sahibidir. (10) Aynı mitolojik inanç Yakutlarda da vardı. Gölü koruyan ve uu oğusa (ala renkli su öküzü) adlandırılan bu öküz bazen sudan çıkıp yer öküzleri ile savaşırdı. (11) Oğuz daha eski mitolojik düşüncede artımı (çoğalmayı) sembolize eden Ay Tanrının yerdeki simgesi olan boğa ile eşleştirilmiştir. Bu da hem Oğuz Kağan Destanının, hem de diğer destanların (mesela Manas, Yakutların Nuryung Bootur Destanı vs.) uzun bir zaman sürecinde şekillendiğini ispat eder. Oğuz Destanının mitolojik ve tarihi katmanı bu şekillenme süreci ile yakından ilgilidir. Bu da Oğuz Kağan’ın mit ve efsane şekillerinde çok erken zamanlardan bu yana mevcut olduğunu ispat eden bir delildir. Bu delillerden biri de Oğuz’un, başka mitolojik sistemlerde baş Tanrı’ya atfedilen yaratmak fonksiyonunu üstlenmesidir. Bu yaratıcılık fonksiyonu, evlenme motifi çerçevesinde, destanın yapısına uygun olarak epik eleman olarak takdim edilir. Klasik destan metinlerinde evlenme, kahramanlık epizodunun (kahramanın fiziki gücünü ve aklını sınamak için yapılan zor imtihanlar) doğmasına sebep olan başlıca motiftir. Arkaik destanlarda evlenme kutsal karakter taşısa da (Mesela, Ak Toyçı ve Altay Buçay Destanlarının kahramanları gökten inmiş şamanın veya Göğün, Güneşin ve Ayın kızları ile evlenirler. (12) epik çerçeve dahilindedir. Oğuz Destanında ise evlenme epik sahanın dışına çıkmıştır. Bu, gök ve yer kızları ile evlenmeden göksel mitolojinin elemanları da dahil olmak üzere Kozmos’un Modeli oluşturulur. Oğuz Kağan, kahraman olarak, bu evlenmede sağ ve sol, bozok ve üçok bölgüsü ile yirmi dört boylu ve sancaklı Oğuz ilinin ve devletinin kurucusu foksiyonunu da üstlenmiştir. Destan’da dünya ve cemiyet modeli birleşerek Oğuz Kağan’ın evlenme aktinde sembolleşmiştir. Mitolojik akit olan makrokozmosun (Gün, Ay, Yıldız) ve mikrokozmosun (Gök, Dağ, Deniz) oluşması epik anlatımda ayrı bir özellik kazanır ve kozmogonik mit, etnogonik mitin içinde takdim edilir.
Oğuz boylarının mitolojik karakterdeki bu ecdadı bir fonksiyonu ile de destan kahramanından daha çok mitolojik kahramanı hatırlatır. Oğuz, Türk tarihinde büyük rol oynamış soyların adlarını vermekle onları tarih sahnesine çıkarır. Aslında Oğuz Kağan Destanında etnogonik mit edebi anlatıma tabi tutulmuş, soylara ad verme belli olaylara bağlanmıştır. Ancak ad verme soyu oluşturma ile eşit ağırlıklıdır. Hem destan hem de salname varyantlarında Oğuz, kahraman görevini yerine getirerek Uygurlara, Kalaçlara, Kıpçaklara, Ağaçerilere, Karluklara, Kanglılara ad vermekle isimleri zikredilen boyların esasını koymuş olur. Mitolojik inançta Oğuz Kağan, yalnız Türk soylarının adlarını değil, aynı zamanda Slavların da ismini vermiş olur. Destan’da Saklab adı buna işaret etmektedir.
Bu nedenledir ki yalnızca Oğuz, Tanrı elçisi olan semavi Bozkurt’la konuşur, onun kılavuzluğunda hareket eder. Ancak Oğuz Kağan’a yol gösteren ve Türk mitolojik sisteminde türeyiş efsanelerinin başında gelen Bozkurt’a Oğuzname’nin yirmiden çok İslami varyantında rastlamak mümkün değildir. Oğuz Destanında ecdat, Tanrı yurdunu koruyan, gökte yaşayan kurttan değil, sadece Oğuz’a yol gösteren, kılavuzluk eden kutsal hayvandan söz edilmektedir. Oğuz’un dünyanın dört köşesine hükmetmek misyonuna Bozkurt’un yol göstermekle katılması daha eski varyantta onun kurtarıcı olması düşüncesini de doğurur. Şaman dünya görüşünde kurdun geniş biçimde yer alması (şamanın kurda dönüşmesi, giyiminde ve davulunda kurt resmi vs. bulunması) (13) ilk çağlarda kurdun kurtarıcı olduğu konusunda bilgi verir. Bozkurt’un gök ışığının içinde sabah erken Oğuz Kağan’ın çadırına inmesi ve onu sefere kaldırması, ışığın Tanrı işareti olduğunu ispatlar. Hunlar da gök ışığın içinde inen kurda büyük ihtiram gösterir, onu kurtarıcıları olarak bilirlerdi. (14) Kıpçaklar arasında da kurt kurtarıcıdır. Rus salnamelerinde Kıpçak hükümdarı Bonyak’ın gecenin bir yarısı ordugahtan uzaklaşıp kurt gibi uluması, kurdun da ona uluma ile ses vermesi kayıtlıdır. (15) Diğer taraftan kurdu yalnız Oğuz’un görmesi (Kıpçaklarda da yalnız Bonyak onunla “konuşabilir”.) kurtla Oğuz arasında bir bağlantının olduğuna işarettir. Ancak zamanla kurdun bazı fonksiyonlarının Oğuz’un üzerine geçirildiğini de görürüz. Oğuz Kağan Destanından anlaşıldığına göre Oğuz’un cihan devletini kurmasından sonra, kurt aradan çekilir.
Eski Türkler sadece efsanevi kahramanlarını veya hükümdarlarını değil, aynı zamanda askerlerini de kurtarıcı ve yol gösterici kurda benzetiyorlardı. Bu ise Türk ordusunun kurtarıcılık misyonu ile ilgilidir. Orhon Yenisey Yazıtlarında “Kanım Kağan süsi böri tek” (Kağanımın ordusu kurt gibidir) cümlesi de bunu tasdik etmektedir. Oğuz Kağan da Bozkurdu savaş uranı ilan etmekle (Kök böri bolsunkıl uran- Bozkurt bizim savaş uranımız olsun) bu eski medeni akti gerçekleştirmiş olur. Doğal olarak kurt gibi savaşan, kurdu savaş uranı bilen bir milletin kahramanları da kurda benzetilir veya kurt başlı tasavvur edilirdi. Avrupalıların Atilla’yı kurt başlı (bazı varyantlarda köpek başlı) olarak tasavvur etmeleri onların da Türk kültürünü iyi bildiklerini kanıtlar durumdadır. Nitekim her fırsatta Türkleri karalamaya çalışan İran şairi Firdevsi de Şehname’de Türklerin yaşadığı yerleri “keşvare gorgsar” (kurtlar meskeni) (16) diye adlandırmaktan kendini alamaz.
Oğuz Destanının mitolojik yapısında Oğuz’un yüzünün (Oşul oğulnung önlügü çırağı kök erdi), ışığın (Köktün bir kök yaruk tüşti) ve kurdun renginin (Kök tülüklüg, kök jalluğ), kızın gözlerinin (Anung közü köktün kökrek erdi) mavi olması bunların menşeini göğe bağlar ve kutsallık atfeder. Destandaki bu ifade renkle ilgili değil, Tanrıoğlu, kahraman Oğuz, Tanrı belirtisi olan ışık, Tanrı elçisi olan Bozkurt, Yer Su koruyucusunun kızı gölün ve çayların koruyucusu olan boğayla ilgilidir. Bu tasvirler, süsleyici değil, değerlendirici bir mana taşırlar. (17) Bu renk sembolü Yakutların ve Altayların arkaik destanlarında, Manas gibi klasik destanda aynı anlamı taşımaktadır. Şunu da özellikle kaydetmek gerekir ki Türk mitolojik sisteminde kutsal anlamlı birkaç renk vardır. Bu bağlamda ak, boz, mavi, ala renklerine hangi açıdan bakılırsa bakılsın arşetip kutsallıkla, başka bir deyişle Gök Tanrı inancı ile ilgilidir. Ayrıca çağdaş Türk şivelerinde bu renkler birbirine çok yakın, bazen de birbirinin aynı olan renklerdir. Mesela mavi kelimesi şivelerin çoğunda boz, bozumtul, kır, ala anlamlarını içermektedir. (18)
Oğuz’un bütün seferleri boyunca yanında olan ak saçlı koca tipi salname varyantlarında vezire dönüşmüştür. Bu vezir tiplerinde bazı arkaik belirtiler kalsa da, şamanlık ve eski beylik kurumunun bütün unsurları Oğuz Kağan Destanındaki Ulu Türk karakterinde saklanmıştır. Ulu Türk sadece Oğuz’un danışmanı değil, kabilenin bilgini, ilk şamanı, ecdat kültünün taşıyıcısıdır.
O, bazı tarafları ile diğer bir Oğuzname kahramanı Dede Korkut’a benzemektedir, ancak ondan daha arkaiktir ve hem de ismi ve cismi ile Türk bilgeliğinin sembolüdür. Ulu Türk’ün tarihi varyantı Irkıl Hoca’dır ki Oğuz boylarının ongununu, oturma yerlerini, mevkilerini, et paylarını ve damgalarını belirler. Türk mitolojisinde ilk insanın veya ilk yaratıkların aynı zamanda ilk tesisçi oldukları da bilinmektedir. Mesela Altaylılar da ilk yaratık olan Erlik aynı zamanda ilk şamandır. (19) Göktürklerin ecdadı Aşina da ilk şamandır. (20) Hatta bir kısım adlarda eski hükümdar kahin fonksiyonu kalmıştır. Mesela Dede Korkut Kitabı’nda Kam Gan oğlu unvanı, Avrupa Hunların da Atakam, Eşkam adları vs. gibi.
Ulu Türk rüyada Oğuz ilinin yapısını, sosyal siyasi ve idari düzeninin yapılma işaretlerini görür. Şamanların rüya ile uyanıklık arasında gelecekten haber vermeleri bu rüya motifine çok benzemektedir. Bu bağlamda Ulu Türk ilk şaman olma vasfını taşımaktadır. Bu fikri kuvvetlendirecek bir delil de Ulu Türkün adının şaman dualarında başka koruyucu ruhlarla bir arada zikredilmesidir.
Uygur şamanlarının “Uzğanmas Uluğ Türk” diye seslendikleri bu koruyucu ruh, dünyayı idare eden hakim olarak övülür. (21) Aynı şekilde destanın tarihi varyantlarında adı geçen Irkıl (Arkıl, Cırkıl varyantlarında da mevcuttur) Hoca, bir kısım işaretlere bakılırsa şaman inanç sisteminden çıkmadır. Nitekim Yakut Şamanlarına göre ilk şamanın adı An Arkıl Oyun’dur. Bu şaman ölüleri diriltir, körlerin gözlerini açar. (22)
Aslında İrkıl, Arkıl adının etimolojisi de eski Türkçede fal anlamında kullanılan ırk kelimesindendir. Hatta Türkistan şamanlarının yerel adı falbindir. Bu da fala bakmanın şamanlıkta önemli bir yere sahip olduğunun bir kanıtıdır. Manas Destanı’nda kahramanın en yakın yardımcısı ve akıl danışmanı Kara Tölek’tir.
Bu sözcük de şaman anlamındadır. Ulu Türkün destanda unvanı Tüşimel’dir, ki rüya yoran, gelecekten haber veren anlamındadır. Bu kelimenin şaman kompleksine girmesi ihtimali büyüktür. Bazı bilim adamlarının, Tüşimel sözü vezir anlamında kullanılmıştır, fikri doğru değildir. (23)
Tarihi faktörler de Türk kağanının yanında şamanın, yadacının (yağmur yağdırma fonksiyonu olan şaman) olduğunu tasdik etmektedir. Kağanın baş danışmanı olan bu ulu kişilerin görevleri aslında manevi kudreti korumaktır. Dede Korkut Oğuznamelerinde bu fonksiyonu Korkut Ata yerine getirir. Ulu Türk’ün Oğuz devlet düzenini, cihan hakimiyeti ideolojisini altın yay ve gümüş oklar aracılığı ile sembolleştirmesi de eski Türk geleneğinin ayrılmaz kısmıdır.

Oğuz Destanı’nda Devlet Fikri
Oğuz Destanı (anonim ve yazılı ananede) Türk boylarının (başta Oguzlar olmakla Kanglı, Uygur, Karluk, Kalaç, Ağaç Eri) birleşip cihan devleti kurmak için yapmış oldukları mücadelenin ürünüdür. Oğuzların ecdatları, Oğuz kültürü, Oğuz devletçiliği hakkında olan bu Destan Türk cihan devleti ülküsünün bedii metin çerçevesinde takdimidir. Genel olarak Oğuz destanlarında aşağıdaki fütuhat ülkülerini görebiliriz:
a) İskitlerin M.Ö. VII. yy.’da Karadeniz kıyılarında devlet kurmalarıdır. Firdevsi Şehnamesi’nde tasvir edilen Afrasiyab’ın akınları ve onun Derbent’ten, Mugan’dan geçip İranı ve Damavendi almasıdır.
b) Mete zamanındaki Hun akınları. Hunların İtil çayını geçip Karadeniz sahillerine çıkmaları ve Bizanslılarla karşılaşmalarıdır.
c) Batı Hunlarının Avrupayı istilasıdır.
d) Göktürk istilası. Göktürklerin Moğolistan bozkırlarından Balkanlar’a kadar yayılmaları ve Kafkas’ın yeniden Türklerin eline geçmesidir.
Bütün bu cihan devletleri ile beraber Oğuzname metinlerinde Kıpçak Devri, Moğol Türk istilaları da gözükmektedir. Oğuz Kağan Destanı’nda mitolojik ve tarihi kavimlerin, mitolojik ve tarihi nitelikli yer adlarının geçmesi, Türklere mahsus olan cihan devletinin yapısı hakkında bilgi verir. Destanda Baraka (Mısır kastedilmiştir, hükümdarının isminin de Masar olması bunu kuvvetlendirmektedir.), Sındu (Hindistan, Seylon), Tanğut (Tibet), Urum (Bizans), Cürcüt (Mancuriya veya Çin sülalesi kast edilmiştir), Şağam (Suriye, Şam) gibi ülkeleri almak, dünyayı Asya ve Afrika’dan ibaret olduğunu bilmek anlamına gelir. Tarihi Oğuznamelerde bu coğrafi bilgi daha da somutlaşmıştır.
Destan metni özelliğini taşıyan Oğuznameler de Türk devlet geleneğinin ve ideolojisinin birkaç tipi görünmektedir. Oğuz Destanının bütün varyantlarında savaşçı demokratik tipli devlet El/İl olarak adlanır ve El kurmak, Tanrı borcunu yerine getirmek niteliği kazanır. Oğuz Kağan Destanında Oğuz’un El kurmak anlayışı dünyanın dört kısmını tutmak şeklindedir. Oğuz Kağan bununla ilgili vermiş olduğu Toyda, “Dünyanın dört tarafına da kağan olmam gerek”, der. Bu işi yerine getirdikten sonra, Destanın sonunda Oğuz Kağan’ın ikinci kez verdiği Toyda, “Gök Tanrıya ben borcumu ödedim”, demesi, El kurmanın sadece istek, arzu olmayıp Türklerin önce Tanrı, sonra millet karşısında kutsal görevleridir. Kaynakların da tanıklık verdiği gibi Türk şuurunda devlet, ata babalardan bize kalmış emanet olarak, devlet kurmak ise Tanrı emri olarak karakterize edilir. Bu düşünce devletin kutsallığı anlayışı ile birbirini bütünler. O halde devlet destanlarında Alp Er Tonga’nın, Oğuz Kağan’ın, Cengiz’in, Manas’ın, Timur’un devletin idari sistemini kurmak yolunda verdikleri çabaların maksadı anlaşılmış olur. Bu husus, destani hüviyet taşıyan Orhun Yenisey Yazıtlarında daha açık ve duygusal bir şekilde ortaya konulmuştur.
Klasik Türk devlet destanlarının, özellikle Oğuzname olarak adlandırılan destanların devlet ve devlet felsefesi hakkında vermiş olduğu bilgiler tarihi kaynakların, etnografik belgelerin verdiği malumatlardan daha az değer taşımaz. (24) Bunun tek sebebi, sözlü gelenekten XIII. ve XVI. yüzyılda yazıya geçirilen Oğuz Kağan, Kitabı Dede Korkut Destanlarının ve aynı zamanda sayısı 20’den çok olan salnamelerin devlet destanı (25) biçiminde oluşmasıdır. Aynı şekilde Manas, Alpamış ve Maaday Kara Destanlarında da devlet fikri belirgin şekilde görülmektedir.
Devletin idari sistemini kurmak fikri, sistemli şekilde kültür ürünlerinin hepsinde destanlarda, tarihi rivayetlerde, mezar taşı yazıtlarında, hükümdar şecerelerinde yer almıştır. Bu nedenle de Türk etnik kültüründe devlet, halkı koruyan, temsil eden anlayıştır, çünkü devletin kurulması milletin yüksek seviyede teşkilatlanması dönemine denk düşer. Milletin maddi ve manevi varlığı, kimliği devlet yaşadığı sürece mevcuttur. Bu probleme genel yaklaşınca şöyle bir sonuca varılabilir: Türk etnik kültürel sisteminde devlet anlayışı ve felsefesi başka milletlerin bu tip görüşlerinden farklılık göstermektedir. Başka kavimlerde, özellikle de yerleşik Avrupa ve Doğu halklarında devlet klasik tanımıyla bir zümrenin, içtimai sınıfın başka bir zümre, sınıf üzerinde egemenliğidir. Türklerde devletin idari sistemi sosyal tabakanın bütün katlarının çıkarını temsil eden, nizamı sağlayan, adalet simgesi bir devlet tipidir. “El” terimi gerçek anlamında küçük ve büyük ülkeleri içine alan devlet anlamında kullanmıştır. Oğuz Kağan Destanı’nda bu inzibati arazi bölümüne Urum, Baraka, Urus, Tangut, Şağam (bu coğrafi adlar reel olmayıp destan mekanında mevcuttur) dahildir.
Aynı şekilde Türklerin devlet kurmaları, idari bölünüşleri, devlet ideolojileri başka milletlerin bu tip anlayışlarına çok az veya hiç benzememektedir. Devlet kurmak felsefesini yansıtan ve devletçilik mesajını veren yerleşik halkların destanları ile atlı göçebe Türklerin destanlarının kıyaslanması bunu kesin şekilde ortaya koymaktadır. Türk devlet destanlarında devletçiliğin vasf edilmesi, fütuhat ideolojisi, güce, kuvvete bağlı kahraman tipi alpın, alperenin övülmesi, yalnız Türk şuurundaki kalıplaşmış devlet anlayışı ile ilgilidir. Oğuz Kağan Destanı’ndaki devlet düşüncesi M. Kaşgarlı’nın Divanü Lugatit Türk adlı eserinde: “Tanrı devlet güneşini Türklerin burcunda yarattı. Feleği de onların mülküne uygun biçimde devir ettiriyor. Onları Türk adlandırdı, dünyaya hakim kıldı, onları zamanın hakimleri olarak yüceltti. Zaman ehlinin ihtiyar yularını onların eline teslim etti”,(26) demesi şeklinde tanımlanır. Bu ise Türk şuurunda özel niteliğe ve yapıya dayalı devlet felsefesinin oluştuğuna dair bilgi verir. Tabii ki, El sistemi her ne kadar yabancı etnosların gözünde işgalcilik gibi görünse de Türk şuurunda, şeref, azamet, yücelik ve kendini tasdiktir.
Devletin esasında aile yapısı ve dini düşüncelerin durduğu dolaylı olsa da bilinmektedir. Uygur harfleri ile yazılmış Oğuz Destanında Gök Tanrı dini inancı (Metinde Oğuz’un Gök Tanrı’ya yalvarması, dünyanın dört tarafına Tanrı buyruğu ile hakim olması ve Gök Tanrı’ya borcunu ödemesi vs. geçmektedir.) yazılı varyantlarda ise İslami inanç (Oğuz’un İslam’ı yaymak için savaşması, İslam’ı kabul edenleri dost bilmesi, kabul etmeyenlere düşman olması vs.) söz konusudur. İşte bu birbirini tamamlayan dini sistem devlet kurmanın aile yapısı kadar önemli olduğunu kanıtlar. Oğuz Destanının büyüklüğü Türklüğe, devletçiliğe çağrı ruhunda olmasındadır. Bu bağlamda o bir devlet destanı, devletçilik ülküsüdür. İşte bu bilinçle XVXVI. yy. Türk hükümdarlarının soy köklerini Oğuz Han’a bağlamak düşüncesi ortaya çıktı. Reşidüddin’de İlhanilerin, Yazıcıoğlu Ali’de Osmanlıların, Ebu Bekir Tehrani’de Akkoyunluların, Manas Destanında Manas’ın, Cengiznamelerde Cengiz’in Oğuz’a bağlanması bu ideolojik harekatın sonucunda ortaya çıkmıştı. Cihan hakimiyeti kurmak isteyen Türk hükümdarlarının Oğuz Han’ı örnek alması, sözlü gelenekte Oğuzculuğun cihan hakimiyeti sembolüne dönüştüğünü kanıtlar. Destanda “Kün tuğ bolgıl, kök kurıkan” (Güneş bayrağımız olsun, Kök kubbesi çadırımız) ifadesinden (27) de anlaşıldığına göre mavi sema altındaki bütün topraklar üzerinde kurulacak bir devletten söz açılır. Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar hükümranlık etmek ideolojisi ki Oğuz Kağan Destanı’nda yay sembolü ile bildirilmiştir yabancı halkların kültüründe “Yay çekebilenlerin toprak damlarda yaşayanlar üzerinde hükümranlığıdır”.(28)
El sisteminde devletin bütün yasal yaptırımlarını onaylayan, devlete ve hükümdara nezaret fonksiyonunu üsteleyen kengeş adlı bir kurum (yüce milli meclis fonksiyonunu üzerine alan) mevcuttur. Töreye, yasaya bağlı olup nezaret, maslahat, meşveret için toplanan ve devletten maaş almayan kengeş (Azerbaycan Türkçesinde geneşmek şeklinde şimdi de ağızlarda kullanılmaktadır. Kelime Türkmencede keneş şeklindedir) değişik adlar altında tarih boyunca bütün Türk devletlerinde mevcut olmuştur. Kengeşin son şekli Oğuz Abidelerinde, Kırgızların siyasi birlik devrinin olaylarını yansıtan Manas Destanı’nda, Kıpçak, Başkurt, Kazak, Kırgız varyantlarında mevcut olan Cengiznamelerde korunmuştur.
Kengeş, Oğuz destanlarında Toy şeklinde ve Toy terimiyle gerçekleşir. Toy, kaynakların da belirttiği gibi, demokratik devletin umum kabile, umum devlet kengeşidir. Oğuz Kağan’ın Toyu bu anlamda kabile aksakallılarının kengeşinden daha fazla fonksiyona sahiptir. Oğuz Kağan’ın verdiği Toyda yalnız beyler değil, bütün halk (destanda denildiği gibi Elgün) iştirak eder. Toyda idari, inzibati, devletçilik problemleriyle beraber yeme içme olduğundan, o aynı zamanda şölen fonksiyonunu (tepe gibi et yığılır, göl gibi kımız sağılır, attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırılır, bin yerde ipek halı döşenir, ağban evler kara toprak üzerinde kurulur) yerine getirir. Toyda bütün halkın bulunması ve verilen yiyecekler devletin iktisadi siyasetini gerçekleştirir. Aynı şekilde Manas Destanında da Toy ikili yapıya (harbi, siyasi meseleleri çözerler ve yiyip içip eğlenirler) sahiptir.
Toy şeklinde gerçekleşen kengeşin M.Ö. Hun Devleti’nde mevcut olduğu Çin kaynaklarının Hunlar hakkında verdiği bilgiyle de tasdik edilir. Umum halk kengeşi fonksiyonunu yerine getiren Toy kelimesi Moğol cihan devletinden sonra Kurultay terimiyle yer değiştirdi. Böylece Toyun siyasi anlamı Kurultayın üzerine geçti. (29) Ancak Kurultay, Toyun eğlence, ziyafet fonksiyonunu üstlenmedi.
Türk devletçilik geleneğinde devletin iki kısma bölünmesinin ilk şekline Oğuznamelerde rastlarız. Bu bölgü Oğuz Kağan Destanında Bozok Üçok, Dede Korkut Kitabında İç Oğuz Taş Oğuz şeklindedir. Hun, Göktürk, Uygur, hatta Karahanlı ve Çağatay Devletlerinde de sağ sol veya doğu batı bölgülü idari sistemin mevcutluğu eski geleneğin korunmasıdır. Sağ ve sol kol şeklinde belirtilen ikili düzen, Osmanlı Devletinin hem askeri, hem de mülki teşkilatında uygulanmıştır. (30) Oğuz Destanında cihan devletinin yapısı bedii şekilde yay okla belirtilmektedir. Destanın sonuna doğru gerilmiş altın yayın gün doğuşundan gün batışına kadar uzanması, bütün dünyayı kaplaması, gümüş okların Batıya uçması sembolik olarak Oğuzların bütün dünyayı hakimiyetleri altına aldıklarının ifadesidir. Diğer taraftan yayok hakimiyet belirtisidir. Oğuz Devletinde merkezi hakimiyetin yayla, uçların okla eşitleştirilmesi tarihi gerçekliğe çok yakındır. Göktürkler hakkında geniş malumat veren Çin kaynaklarında göründüğü gibi kağanlığın idari sistemi oklu sistem olarak adlandırılır ve merkeze tabi olan sol kanada on ok denilir. (31)
Orhun Kitabelerinde “on ok budun”, “on ok Eli” ifadeleri eşit anlamlı ifadeler olarak kullanılmıştır. Bu ifade on oklu, yani on kabileden oluşmuş savaş düzeni hakkında bilgi veriyor. Bu sistemin en son ve gelişmiş şekli Oğuz Yabgu Devletinde olmuştur. Bunun etkisiyle Türklerden yalnız Oğuzlar tuğralarına yay ok resmi çiziyorlardı. (32) Kaynaklarda oklu devlet cihan devleti, oksuz devlet imparatorluk haline gelmeyen devlet anlamını taşır. (33) Buraya Toğrul Bey’in, 1038’de Nişapur’a girerken kolunda gerilmiş yay, belinde de üç ok olduğunu (34) ilave etmiş olursak yayın ve okların kutsal devlet anlayışı ile doğrudan bağlantılı olduğu ortaya çıkar.

Sonuç
Oğuz Kağan Destanı her yönü ile milli bedii kaynak özelliğini taşıyabilen epik bir abidedir. Onun mitolojik yapısı tarihi Oğuznamelerde zamanla aşınmasına rağmen eski düzenini koruyabilmiştir. Hem Uygur varyantı olarak nitelenen Oğuz Kağan Destanında, hem de yazılı Oğuznamelerde tasvir edilen devlet, atlı göçebe kültürüne dayalı devlettir. Oğuz Kağan’da bu devletin sadece ilkel klasik şekli, bedii tecessümünü bulmuştur. Yazılı kaynaklarda böyle değildir. Bu kaynaklardaki devlet göçebelikten yerleşikliğe, Tanrıcılıktan İslam’a geçen devlet tipidir. Oğuz Kağan Destanı’nda fütuhat yapan, cihan devleti mefkuresini yaşatan kahraman tipi alptır.
Oğuz Kağan Destanı, Türk tarihinin ve kültürünün çok eski çağlarından bugününe kadar ışık tutan, düşünce sistemimizi ve yaşamımızı, mücadelemizi, ideallerimizi kuşaklara aktaran ölmez bir eser, tarihi özelliğe sahip olduğu kadar bedii, mitolojik olduğu kadar da gerçek bir abidedir.
Prof. Dr. Fuzuli BayatOğuz Kağan Destanı Üzerine Yeni Düşünceler | Bilinmeyen Türk Tarihi:



'via Blog this'

N.C.